Mayıs 29, 2005

MİT'te çalışan GAZETECİ?

HÜRRİYET'TEN AYRILDIKTAN SONRA MİT'TE ÇALIŞMAYA BAŞLAYAN GAZETECİ KİM?... ''20 yıllık mesleki tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim; ''tirajı yüksek'' veya ''etkili'' her basın kuruluşunda istihbaratla bağlantılı bir ''eleman'' vardır. Bu elemanlar, çalıştıkları kuruluşta daha çok ''karar verici'' veya kamuoyunda ''etkin'' isimlerdir.'' MEDYA VE İSTİHBARAT Geçen haftaki ''Mücadeleciler ve derin devlet'' başlıklı yazımızdan dolayı okuyucularımızdan çok sayıda mesaj aldım. Bu mesajların çok az sayıda kısmı, ''küfür'' ve ''hakaret'' doluydu. Bunları...''Her mahallenin delisi vardır'' deyip geçiyorum. Bazı mesajlarda, ''Siz bizden daha mı temizsiniz? Basında istihbaratçı yok mu?'' mantığıyla, iki yanlıştan bir doğru çıkarma gayreti vardı. Ama mesajların önemli bölümü, ''sağduyulu'' bir yaklaşımla kaleme alınmış, ''bizi daha iyi tanıyın'' diye feryat eden inançlı insanların samimi düşüncelerini yansıtıyordu. Öncelikle şunu belirtmeliyim; Mücadele Birliği'nin İslam'a saygılı ve milli değerlere karşı duyarlı yaklaşımıyla hiçbir problemim yok. Aksine, bu konularda ''düşünce birliğimiz'' söz konusudur. Tertemiz duygularla ve büyük ideallerle örülmüş bu siyasi hareketin ''idealist yolcularına'' ancak ''saygı'' duyarım. Ama benim burada itiraz noktam şudur; iyi niyetli bu çabaların bir ''derin el'' aracılığıyla yönlendirilmesine müsaade edilmesidir. Yönetim kademesindeki bu şahısların ''deşifre'' edilmesi karşısında, ''başımızı kuma gömerek'' gerçeklere karşı direnç gösterilmesidir. Ayrıca, siyasetin merkezine orduyu yerleştirilmesi ve ''darbe çığırtkanlığı'' yaparcasına ''ordu-millet elele'' sloganının, ''kitlesel'' bir siyaset anlayışı haline getirilmesini kabul etmek de mümkün değildir. Herkesin, hangi düşünceyi savunursa savunsun, önce ''demokrasiyi'' içine sindirmesi gerekir. Bu noktada, şu soru, beynimi kemiriyor; ''Demokrat'' olmak için savunduğumuz ideolojinin mutlaka ''postal'' altında ezilmesi mi gerekir? 27 Mayıs'tan önce ''düşman'' gördükleri sağ iktidara karşı ''ordu-gençlik elele'' sloganlarını atanlarla, 12 Mart öncesi ''ordu-millet elele'' dediğinizde aranızda ne fark kalır? Ama maalesef, yakın tarihimiz, ''ibret'' alınmayan ''anti-demokrat'' oyunlar ve hayal kırıklıklarıyla dolu. 27 Mayıs'ta idamlara alkış çalanlar, 12 Mart duvarına çarptıkları zaman ''demokrasinin erdemini'' anladılar. Bu ''siyasi ders'' halkasına, 12 Eylül'de ''ülkücüler'', 28 Şubat sürecinde ''muhafazakarlar'' eklendi. Şimdi bakıyorum, tarih sürekli tekerrür ediyor. 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı çabucak unutuverdik. ''Askeri'' mesajları, ''yol gösterici'' olarak kabul etmeye, bazı gazete manşetlerinde ''kararlılık böyle olur'' gibi akıl ve izanla izahı zor ifadelere, Meclis kürsüsünde ''herkes ihtilali konuşuyor'' gibi saçmalıklara rastlamaya başladık. Unutmamalıyız ki, bu oyun tehlikeli bir oyundur, ''bumerang'' gibi dönüp dolaşıp kendimizi vurabilir. Lafı fazla dolaştırdık. Özetle; ''Mücadeleci'' dostlarım geçmişle yüzleşmeli, diğer siyasi gruplar da ''geçmişi'' hatırlamalıdır. Özellikle, ''Ülkücü'' dostlarım, ''MHP Davası'' tutanaklarını yeniden okumalıdır. Gelelim, ''Basında istihbaratçı yok mu?'' sorusuna... Elbette var. Kamuoyunu yönlendirmede ''birinci güç'' olan medyaya, istihbaratın ilgisiz kalması düşünülebilir mi? 20 yıllık mesleki tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim; ''tirajı yüksek'' veya ''etkili'' her basın kuruluşunda istihbaratla bağlantılı bir ''eleman'' vardır. Bu elemanlar, çalıştıkları kuruluşta daha çok ''karar verici'' veya kamuoyunda ''etkin'' isimlerdir. Başka türlü, istihbaratın ne gibi işine yarayabilir? Ayrıca, tüm basın kuruluşları ve ''seçilmiş'' mensuplarına ait telefonların dinlendiği yönünde içimde hep ''şüphe'' olmuştur. Mesela, ilginç bir örnek vereyim. 1985-1986 yıllarında Milliyet'in Ankara Bürosu'nda çalışırken, İstihbarat Şefimiz Özgen Acar, yardımcısı ise Hayri Birler'di. Şefimiz, New York'a atanınca, yeni şef arayışı başladı. Adaylar; Şef Yardımcısı Hayri Birler, Parlamento Muhabirleri Kemal Balcı ve Derya Sazak'tı. Sonunda şeflik için Sazak'ta karar kılınınca, Birler, gazeteden ayrıldı. Birler, daha sonra Hürriyet'te işe başladı. Kısa sürede etkili bir isim oldu. Bugün Fatih Altaylı'nın Hürriyet'teki konumuna benzer bir ''yol haritası'' belirlenmişti. Ama olmadı. O tarihlerde, Birler için hep ''MİT'e çalışıyor'' denirdi. Açıkçası, bu iddialara ''komplo teorisi'' diyerek hep güldüm. Hiçbir zaman inanmak istemedim. Yeni duydum. O şimdi MİT'te çalışıyormuş. Tabii, Birler'in MİT ile irtibatı, Milliyet veya Hürriyet döneminde mi başladı, yoksa gazeteciliğe veda ettikten sonra mı, onu bilemiyorum. Ne var ki, artık ''istihbarat'' işleri, öyle eskisi gibi çok basit değil. Geçmiş yıllarda içine kapanmış Türkiye'de yerel istihbaratın medyaya ilgisi, bugün uluslar arası boyut kazanmıştır. Türkiye'nin yeni ''küresel'' oyunların önemli bir ''figürü'' haline gelmesiyle, uluslar arası istihbarat örgütlerinin Türk medyasına ilgisi, geçmiş yıllara oranla daha fazla artmıştır. İzlenen yöntem de değişmiştir. Öyle, kamuoyunda sanıldığı gibi, CIA veya MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin doğrudan bir bağlantısı yok. En azından böyle olduğunu düşünüyorum. Artık, oyun, yeni kurallara göre oynanıyor. Başvurulan en sık yöntem, ''sivil toplum kuruluşu'' aracılığıyla kurulan bağlantılardır. Mesela, Soros Vakfı'nın Türkiye'deki tüm ''bağlantı ağı'' deşifre edilebilse, acaba ortaya nasıl bir ''medya datası'' çıkar, merak ediyorum. Bazı medya mensuplarının istihbarat örgütleriyle ''doğrudan'' veya ''dolaylı'' bağlantısı, beni küçük düşürmez. Bize düşen görev, yanlışı yanlışla savunmak değil, gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Yazın ''hurma yemeyen'' hiç kimse, kış geldiğinde ''Acaba beni tırmalar mı?'' diye düşünmeyip gerçeklerden korkmamalıdır. Biliyorum, güneşin aydınlığı gözümüzü alabilir ama unutmayın ki, gölgeleri de yok eder.

ŞAMİL TAYYAR-YENİ ŞAFAK